“NİÇİN ÖLDÜN NÂZIM?”

Atilla KÖPRÜLÜOĞLU

“NİÇİN ÖLDÜN NÂZIM?”

Sağlığı kötüleşmişti, karamsardı.

Yine de o hareketli yaşantısına devam etmeye çabalıyordu.

Sevdiklerine, sevenlerine hep ölümden söz eder olmuştu Nâzım.

Ve 3 Haziran 1963. 

Dostlarına “Beni bir gezende örtünüz” diyen...

“Masam, kağıtlarım, yazı makinam/

üstüm başım kan içinde/

kan içinde kaldırımları geçtiğim şehirlerin/

duvarlarda ellerimin izleri

kan içinde/

yarmışım göğsümü/

yüreğimi yiyoruz bir dişiyle beraber/

Mektup yaz, telgraf çek/

telefon et/ 

geliyorum, eliyorum, geliyorum de/

ölüm, uslandır beni” dizelerinin yazarı

Nâzım Hikmet...

Moskova’daki apartmanında erkenden uyanacak, alışkın olduğu gibi kapıdaki gazetelerini almaya gidecek ve işte ölüm de onu burada yakalayacaktı;

“…Açıyoruz kapıları/

kapıyoruz kapıları/

geçiyoruz kapılardan/

ve biricik yolculuğun sonunda/

ne şehir, ne liman…”

****

“…Saat 7.20’ydi. Kalkmıştın.

Önce sesleneyim diye düşündeysem biraz şekerleme yapmaya karar verdim.

Dönmedin.

Kalktım; mutfakta, banyoda değildin.

Koridora yöneldim ve seni orada askılığın yanında yerde gördüm.

Sırtın kapıya yaslanmış, elin yere dayalı, bir ayağın Türk usulü bağdaş kurmuş  gibi kıvrık oturuyordun.

Beyaz yüzün ve alışılmışın dışında sakin ifadenden,

o anda anladım öldüğünü.  Dünyam yıkıldı bir anda. Issız boşluktaydım…”

****

Bu ifadeler,

cebinden çıkan fotoğrafın arkasına yazdığı şiiri ithaf ettiği Vera’dandır;

“Gelsene dedi bana/ Kalsana dedi bana/ Gülsene dedi bana/ Ölsene dedi bana/ Geldim/

Kaldım/

Güldüm/

Öldüm…”

****

Şairin ilk kalp krizini geçirdiğinde

(27 Nisan 1953)

Barviha Sanatoryumu’nda yazdığı “Vasiyet” gelir Vera’nın usuna;

“…Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani

- öyle gibi görünüyor-/ Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni/  Ve de uyarına gelirse/ Tepemde bir de çınar olursa/

Taş maş da istemez hani…”

****

Nâzım Hikmet…

Tepeden tırnağa şair! Yaşamını baştan aşağı cenazesine, mezarına kadar anlatan Naâzım!..

Ataol Behramoğlu ’nun benzetimiyle

“O, bütün bir yaşamı kucaklayan şiirlerin yazarı. Kişiliği ve şiiriyle toplumun ve şiirinin dokusunda,

can damarındadır…”

Behramoğlu’na göre,

“68 Kuşağı’nın devrimci coşkusunda,

yurt sevgisinde ve enternasyonalist  duyarlılığında;

yaşama, topluma, aşka, kavgaya, insan yaşamını ilgilendiren her konuya bakışında Nâzım Hikmet şiirinin  büyük, yönlendirici ve günümüzde de her yeni kuşak üzerinde sürmekte olan etkisi tartışmasızdır.”

***"

Nâzım, yaşamını insanlığa adamıştı.

“Nâzım Çilesi” isimli kitapta Ali Emin Gençer şu ifadeyi kullanmıştır:

“Hayatta iken şiirlerinin yüz binlerce insanı birleştirdiği ve ebediyen birleştireceği gibi, ölümü de dünyanın çok büyük bir kayba uğradığını anlayanları, Küba ve Romanya yazarlarını, Sovyetler Birliği ve Pakistan’la, Fransa ve Lübnan’ı, Yunanistan, Çekoslovakya’yı Alman politikacılarıyla, Vietnam’ı İtalya ile, Bulgaristan köylüsünü ve Kore işçilerini Japon müzisyenleri ve İngiliz aktörleri ile, Birleşik Amerika Devletleri öğrencilerini ve Bolivya asilerini…”

****

Onu sevenlerin acılarını 1971 Nobel ödüllü Şilili dostu Pablo Neruda,

Büyük Okyanus kıyısından gönderdiği

“Güz Çiçeklerinden Nâzım’a Çelenk”

şiiriyle o kadar zarif dillendirmiştir ki.

O Neruda,

“Nâzım’ın yanında biz şair bile olamayız” diyendir!

İşte o ünlü şiiri Pablo Neruda’nın;

“Niçin öldün Nâzım?

Ne yaparız şimdi biz

şarkılarından yoksun?

Nerde buluruz başka bir pınar ki

onda bizi karşıladığın gülümseme olsun?

Seninki gibi ateşle su karışık

acıyla sevinç dolu,

gerçeğe çağıran bakışı nerde bulalım?

Kardeşim,

öyle derin duygular, düşünceler yarattın ki bende,

denizden esen acı rüzgâr

kapacak olsa bunları

bulut gibi, yaprak gibi sürüklenir,

yaşarken seçtiğin

ve ölümden sonra sana barınak olan

oraya, uzak toprağa düşerler.

Al sana bir demet Şili kasımpatlarından,

al güney denizleri üstündeki ayın soğuk parlaklığını,

halkların savaşını, kendi dövüşümü

ve yurdumun kederli davullarının boğuk gürültüsünü

kardeşim benim, dünyada nasıl yalnızım sensiz,

çiçek açmış kiraz ağacının altınına benzeyen yüzüne hasret,

benim için ekmek olan, susuzluğumu gideren, kanıma güç

veren dostluğundan yoksun.

Hapisten çıktığında karşılaşmıştık seninle,

zorbalık ve acı kuyusu gibi loş hapisten,

zulmün izlerini görmüştüm ellerinde,

kinin oklarını aramıştım gözlerinde,

ama parlak bir yüreğin vardı,

yara ve ışık dolu bir yürek.

Ne yapayım ben şimdi?

Tasarlanabilir mi dünya

her yana ektiğin çiçekler olmadan?

Nasıl yaşamalı seni örnek almadan,

senin halk zekânı, ozanlık gücünü duymadan?

Böyle olduğun için teşekkürler,

teşekkürler türkülerinle yaktığın ateş için."