Aristoteles “Şiir, daha felsefidir ve ciddiye alınmayı tarihten daha çok hak eder.” der.
Dünyanın tanıdığı şairimiz Nazım Hikmet “Gerçek şair kendi aşkı, kendi mutluluğu ve acılarıyla uğraşmaz. Onun şiirlerinde halkının nabzı atmalıdır...
Şair başarılı olmak için, yapıtlarında maddi yaşamı aydınlatmak zorundadır.
Gerçek yaşamdan kaçan ve onunla bağıntısız konuları işleyen kimse, saman gibi anlamsızca yanmaya yargılıdır. “ şeklinde anlatır şiiri.
Siyaset ile uğraşanlar, şiiri kitleleri etkilemek için kullanırlar sadece, yazmazlar, çünkü şiir insanı inceltir, duygusallığını artırır.
Ne var ki biri var istisna, siyasi yapısı kadar şiirleri ile de tanıdığımız Bülent ECEVİT var. Bu çok yönlü siyaset insanımızı ölüm yıldönümünün 18. yılında anmak istedik.
Biz onu mavi gömleği, elinde güvercini, başında kasketi ile bizden birisi olarak tanıdık. Lüksten uzak halktan biri…
Her yerde, her koşulda bir evliliğin nasıl olması gerektiğini eşi Rahşan Hanımla bütün dünyaya gösteren hatip, şair Ecevit’in, bir belgeselde büyük aşkını ancak ”...çokk aşk duydum..” diye zorlukla tanımlamasını izlerken çekingenliğini ve utanmasını da hissederseniz. Aynı Ecevit'in iktidara gelir gelmez Amerika'nın bütün tehditlerine ve amborgosuna karşın haşhaş yasağını kaldıracağını, Kıbrıs Barış Harekatını hiç tereddüt etmeden başlatacağını herhalde kimse beklemezdi.
Aslında halktan biri değildi, ama öyle biri olmayı seçti. İyi bir aileden, Osmanlının elit kadrolarının devamı olarak geliyordu. Robert Koleji bitirdi. Birkaç kez üniversiteye başlamışsa da bitirmedi, bu da ileride cumhurbaşkanı olma şansını yok edecekti. Yerleşik statükoya yani CHP genel başkanı İNÖNÜ’ye başkaldırısıyla önce aykırılaştı, başarınca kahramanlaştı.
Kimdir peki bu naif görünümlü, ama mücadelesine bakarak çelikten bir iradeyle donatılmış siyasetçi, gazeteci, şair çok yönlü insan?
Gelin birlikte tanımaya çalışalım
"Mavi Gömlekli Adam"
BÜLENT ECEVIT
*
Bülent Ecevit veya tam ismi ile Mustafa Bülent Ecevit 28 Mayıs 1925 tarihinde İstanbul'da doğdu.
Mustafa ismi, Huzur-u Hümayun hocalarından dedesi Kürdizade Mustafa Şükrü Efendi'den kaynaklanmaktadır.
Babası Kürdizade Mustafa Şükrü Efendi'nin Oğlu Kastamonu doğumlu Fahri Ecevit Ankara Hukuk Fakültesi'nde adli tıp profesörüydü.
Fahri Ecevit daha sonra siyasete girerek 1943-1950 yılları arasında CHP'den Kastamonu milletvekilliği yaptı. İstanbul doğumlu olan annesi Fatma Nazlı ise ressamdı. Osmanlı döneminde Suudi Arabistan’da kutsal toprakların koruyucusu olarak görev yapan Mekke Şeyhülislamı Hacı Emin Paşa Bülent Ecevit’in anne tarafından büyük dedesiydi.
Bülent Ecevit 1944 yılında Basın Yayın Genel Müdürlüğü'nde çevirmenlik yaparak çalışmaya başlamıştır. 1946-1950 yılları arasında Londra Elçiliğinin Basın Ataşeliği'nde kâtiplik yapmıştır. 1950 yılında Cumhuriyet Halk Partisi'nin yayın organı olan Ulus gazetesinde çalışmaya başladı.
1951-52'de yedek subay olarak askerliğini yaptıktan sonra yeniden gazeteye dönmüştür. Ulus gazetesi Demokrat Parti tarafından kapatılınca Yeni Ulus ve Halkçı gazetelerinde yazar ve yazı işleri müdürü olarak görev yapmıştır.
1955 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nin Kuzey Karolina eyaletininde The Journal and Sentinel'de konuk gazeteci olarak çalıştı.
1957 yılında Rockefeller Foundation Fellowship Bursu ile yeniden ABD'ye gitmiş, Harvard Üniversitesi'nde sekiz ay sosyal psikoloji ve Orta Doğu tarihi üzerine incelemeler yapmıştır.
1950’li yıllarda Forum Dergisi’nin yazı işlerinde çalışmıştır. 1965 yılında Milliyet gazetesinde günlük yazılar yazmıştır. 1972 yılında aylık “Özgür İnsan”, 1981 yılında haftalık “Arayış” 1988 yılında aylık “Güvercin” dergilerini çıkartmıştır.
PARA HIRSI OLMAYAN BİR İNSAN
Mustafa Çolak tarafından yazılan “Bülent Ecevit – Karaoğlan” isimli biyografi kitabında Bülent Ecevit şöyle anlatır. “ CHP’de milletvekilliği yapmış bir babayla, ressam bir annenin oğlu... Entelektüel açıdan verimli, yirmiye yakın eser kaleme almış, üniversite yıllarından itibaren ülke meselelerine kafa yormuş bir Cumhuriyet aydını...
Toprağı evimiz gibi sevdik seninle, birlikte sevdik kuru toprakta, ev küren köstebeği, dizelerini yazan, doğada kendini evinde gibi hisseden, romantik, bilge şair... Memleket derdinde idealist gazeteci... Genç yaşında genel sekreteri olduğu CHP’de efsanevi lider İsmet İnönü’yü fikri bilek güreşinde yenerek bir kenara iten hırslı politikacı. Adı dağa taşa yazılan, 1977 seçimlerinde CHP’yi alıp, Türkiye’de yelpazenin solundaki bir partinin bugüne dek gördüğü en yüksek oya, yüzde 41 küsura ulaştıran ‘Karaoğlan’... ‘Ortanın Solu’ndan ‘Demokratik Sol’a Türkiye demokrasisi için, üzerine tam oturacak bir elbise arayan ve bu arayışta zaman zaman savrulan ideolog... Eşi Rahşan Ecevit’le beraber ülkeye, tertemiz bir aşk fonunda mütevazı bir siyasetçi yaşamı izleten, herkesin ittifak ettiği üzere ‘dürüst’ insan... Dediğim dedik, inatçı, kimi durumlarda hizipçi bir karakter... Bir ömür onlarca suret.” Şeklinde tasvir etmiştir.
DEDESİNDEN KALAN YÜKLÜ MİRASI BAĞIŞLADI
Anne tarafından dedesi olan Hacı Emin Paşa vefat ettiğinde Medine’de kendisinden büyük bir miras kalmıştır. Mirasçılardan Bülent Ecevit’in annesi olan Nazlı hanıma kalan miras payı annesinin 1971 yılında vefatı ile Bülent Ecevit’e intikal etmiştir.
Mirasla ilgili öteden beri bilgi sahibi olan Ecevit, mirasa sahip olma adına herhangi bir girişimde bulunmamıştır. Bu miras yaklaşık 110 dönümlük bir arazi ve bu arazilerdeki taşınmazlardan oluşuyordu. Miras kalan topraklar Mescidi Nebevi bölgesinin 99 dönümlük kısmını oluşturuyordu. Medine Mahkemesi tarafından yapılan gayri resmi değer tespitinde, gayrimenkule 11 milyar değer biçilmiştir. Ecevit, vefatından bir yıl önce miras yoluyla sahip olduğu serveti Türk hacıların faydalanması için bağışlamıştır. Bu bağış sırasında politikada aktif değildir.
LÜKSE KARŞI BİR LİDER
Siyaset hayatında politik kariyeri göz önüne alındığında en dikkat çeken özelliklerinden biri, dürüst ve siyasetin kirine bulaşmamış temiz bir politikacı olmasıdır.
Siyasette adını duyurmaya başladığı andan itibaren sade yaşantısı ve mütevazı kişiliğiyle ön plana çıkmış, Lüks makam aracı istememiş, Başbakanlık Konutu’nun sadece bir odasını kullanmıştır. Hayatı boyunca ‘mal mülk, parada pulda’ gözü olmamıştır. Vefat ettiğinde kendisinden miras olarak geriye Ankara Or-An’da bir daire ve Gölbaşı’nda küçük bir arsa malvarlığı olarak kalmıştır.
ECEVİT’İN AHÇISI ANLATIYOR
Başbakanlık konutunun ahçısı Ecevit ile ilgili anılarında:
“Başbakanlık konutuna taşındığında, beni çağırıp:
‘-Evlâdım, burası benim evim ve devlet bana maaş veriyor. Bütün yediğimiz, içtiğimizin parasını benden alacaksın. Sakın ola, devletin tek zeytin tanesi boğazımdan geçmesin. Ben de çok dikkat edeceğim ama, sizden bu konuda çok hassas olmanızı rica ediyorum.’ demişti.
“Bir gün kahvaltı yapılacak ve peynir yok. Her nasılsa ihmal etmişiz. Gittim bizzat kendisinden peynir almak için para istedim. Bütün ceplerini karıştırdı, para çıkmadı. Rahşan Hanım bir tasın içinde, o zaman iki buçuk lira vardı, buldu, verdi… Gözyaşlarıma engel olamamıştım...” şeklinde anlatmıştır.
SİYASİ HAYATI
1974–2002 seneleri arasında beş kere başbakanlık görevine gelmiştir. 1972–1980 seneleri arasında Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanlığında bulunmuş, 1987–2004 yılları arasında ise Demokratik Sol Parti Genel Başkanlığı yapmıştır.
1961–1965 seneleri arasında İsmet İnönü’nün kurduğu hükümetlerde Çalışma Bakanlığı görevlerini üstlenmiştir.
12 EYLÜL YASAKLARI
12 Eylül Darbesiyle Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'in komutasındaki silahlı kuvvetler ülkenin yönetimine el koydu. Eşi Rahşan Ecevit ile birlikte Hamzakoy'da (Gelibolu) yaklaşık bir ay gözetim altında tutulan Ecevit diğer parti başkanlarıyla beraber siyasetten uzaklaştırıldı. 28 Ekim 1980'de siyasi parti çalışmaları durdurulunca, 30 Ekim 1980'de CHP Genel Başkanlığı'ndan istifa etti. Askeri yönetime karşı verdiği yoğun demokrasi mücadelesi ve çıkışları nedeniyle önce Nisan 1981'de yurtdışına çıkması yasaklandı. 1981'de çıkarmaya başladığı Arayış dergisinde yayımlanan bir yazısı nedeniyle Aralık 1981'den Şubat 1982'ye kadar cezaevinde kaldı, Arayış dergisi de 1982'de askerî rejim tarafından kapatıldı. Daha sonra yabancı basına siyasi demeç verdiği gerekçesiyle Nisan-Haziran 1982 arasında yine tutuklu kaldı.
Ecevit, 7 Kasım 1982 halkoylamasında kabul edilen 1982 Anayasası'nın geçici 4. maddesi ile diğer bütün partilerin ileri gelenleriyle birlikte 10 yıl siyaset yasaklıları kapsamına alındı.
SİYASETE DÖNÜŞÜ
1987 yılında yapılan referandumla eski siyasilerin siyaset yasağı kaldırılınca Bülent Ecevit tekrar siyate döndü ve 13 Eylül 1987 tarihinde DSP'nin başına geçti.
EŞİ İLE YAŞADIĞI DAYANIŞMA VE SEVGİ
1946 yılında okuldan arkadaşı Rahşan Aral ile evlendi. Kendisinin vefatından 14 yıl sonra eşi Rahşan Ecevit 17 Ocak 2020 tarihinde vefat etmiştir. Evlilikleri boyunca birbirlerine karşı her zaman sevgi ve saygı içinde davranışları topluma örnek olmuştur.
Eşi Rahşan hanım ile olan ilişkileri diğer liderlerin eşleri olan ilişkilerinden farklıdır. Rahşan hanım hayatın her alanında eşinin en büyük destekçisi olmuş hayatı iyi günde yoksullukta paylaşmıştır. Kurduğu Köylü Derneği ile siyasi yaşamının bir parçası olurken diğer yandan yaptığı çevirilerle maddi sıkıntıları paylaşmış, pişirdiği yemeklerle eşinin cezaevi yaşamını kolaylaştıran bir ahçı olmuştur.
İkisi de hayat boyunca paralı işleri sevmemiştir. Gösterişsiz, sade bir hayatı tercih etmişlerdir. Ancak bu sebeple zaman zaman ciddi ekonomik sıkıntı çekmişlerdir.
Hatta Londra’da yaşadıkları dönemde kazandıkları geçinmelerine yetmediği için nikah yüksüklerini satmak zorunda kalmışlardır. Ancak buna rağmen kültür ve sanattan uzak durmamışlar, maaşlarını aldıkları ilk gün kitap almış, yürüyerek tiyatro ve sanat gösterilerine gitmişlerdir.
12 Eylül döneminde geçim derdine düştükleri dönem ile ilgili Rahşan hanım “… "Bir şeyler satıyordum, yani evde satılabilecek şeyleri satmaya çalışıyordum. Mesela en son hatırlıyorum çay kaşıkları bulmuştum mutfakta gümüş, en son onları satmıştım 6 tane... Gümüş çay kaşığı götürüp onları vermiştim işte ne verdilerse avucuma onunla geçiniyordum. Bülent’e hasretimden geceleri ağlıyordum.”
Yine de duruşma günleri yüzünden gülücük eksik olmayan Rahşan hanım "Asık bir yüzle sana gelmek istemezdim tabii, seni üzerdim başka türlü olsaydı" diyebilecek kadar eşine sevgi ve sadakat beslemiştir.
Yine bu dönemde biriktirmiş olduğu pulları satışa çıkaran Ecevit eşine destek olmaya çalışmıştır. Aynı dönemde Dünya gazetesine yazdığı bir İsmet İnönü yazısı için kendisine gönderilen parayı ise "İçime sindiremiyorum" diyerek iade edecek kadar gururlu bir insandır.
VEFATI
İlerleyen yaşı, bozulan sağlığı ve doktorlarının karşı çıkmasına rağmen, Danıştay Saldırısı'nda yaşamını kaybeden Yücel Özbilgin'in 19 Mayıs 2006'daki cenazesine katılmıştır. Törenin ardından beyin kanaması geçiren Ecevit, uzun süre Gülhane Askerî Tıp Akademisi'nde yoğun bakımda kalmış. Bu dönemde kendisi için “Kaldırım Defteri” adıyla ziyaretçi defteri açılmıştır. Bitkisel hayata girdikten 172 gün sonra 5 Kasım 2006 pazar günü vefat etmiştir.
9 Kasım'da yapılan bir kanun değişikliğiyle Devlet Mezarlığı'na gömülmüştür. 11 Kasım 2006'da yapılan cenaze törenine yurdun dört bir yanından ve başta Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olmak üzere pek çok ülkeden gelen büyük bir kalabalık katılmış, törene beş eski cumhurbaşkanı ve siyasetçiler de katılmıştır.
RAHŞAN HANIMIN VEFATI
Eşinin vefatından 14 yıl sonra Rahşan Hanım da 17. Ocak 2020 tarihinde eşi ile sonsuzlukta buluşmuştur.
Fikret Bila Rahşan hanımın vefatı ile ilgili “Ayakta ölen kadın..” başlığını kullanarak
Rahşan Ecevit, dış görünüşü itibariyle iddiasız, olabildiğince sade, davranışları sıradan bir Anadolu kadını gibi anaç ama idealleri için ölümüne mücadele eden; fikirlerini savunurken granit gibi sert, dik duruşlu, yürüyüşünden milim sapmayan, otoriteye boyun eğmeyen, eğilip bükülmeyen, gerektiğinde siyasi rakipleri için ölümcül hamleler yapmaktan çekinmeyen Türkiye’nin en etkili kadın siyasetçisiydi.
Rahşan Ecevit ve Bülent Ecevit’in günlük yaşamları Türkiye’de orta sınıfa mensup bir memur veya işçi ailesinden farksızdı. Bir memur kenti olan Ankara’da birçok memur gibi gençliklerinde girdikleri yapı kooperatifinden sahip oldukları sosyal konut niteliğindeki evde yaşadılar.
Ev eşyaları her dar ve sabit gelirli Türk’ün evinde göreceğiniz eşyalardı. Bir televizyon, üç koltuk, bir yemek masası, sade bir yatak odası, küçük bir mutfak…
Diğer evlerden en belirgin farkı, evin büyük bölümünü kitapların işgal etmesiydi. O kadar ki, bir süre sonra kitaplar eve sığmayınca aynı sitede bir başka apartmanın giriş katını satın aldılar ve onu "kütüphane ev"e dönüştürdüler. Son yıllarını, bu düzayak evde geçirdiler. Eski evlerini de, "İhtiyacı var, bize çok emeği geçti" diye devletin kendilerine tahsis ettiği polis memuruna hibe edecek kadar cömerttiler.
…
Uzun siyasi hayatlarında hiçbir devlet olanağından yararlanmadılar. Devletin başbakanlara tahsis ettiği konutta hiç kalmadılar. Halkın arasında, Oran semtinde yaşadılar.
Rahşan Hanım yaşam mücadelesini de, siyasi mücadeleyi de tıpkı eşi Bülent Bey gibi dimdik ayakta verdi.
Ve öyle dimdik ayakta öldü.
Ağaç gibi…” demiştir.