Doğum: 7 Kasım 1971, Hopa
Ölüm: 25 Haziran 2005, İstanbul
*
Dümende ve baş altlarında insanları vardı ki
bunlar
uzun eğri burunlu
ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki
sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin
zaferi için
hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler...
Nazım Hikmet RAN Böyle anlatır Arhavili İsmail’i şiirinde. Arhavili İsmail Nazım'ın yakın dostunun adını verdiği, gerçek yaşamda da bir çok örneği olan Karadeniz insanını temsil eden bir kurgu kahramanıdır.
O kahramanlara benzeyen aramızda yaşayan güzel insanlardan birini “Kâzım Koyuncu' yu ölümünün 19. Yılında anmak istedik.
Karadeniz’in hırçın ve asi çocuğu Laz kökenli Kazım Koyuncu 7 Kasım 1971 tarihinde Hopa'da doğdu.
Doğduğu toprakların zor şartları onu mücadeleci bir insan yaptı.
Çok küçük yaşlarda müzikle tanıştı. . Çocukluğunda "Kemençeci Yaşar" olarak tanınan Yaşar Turna'nın türkülerini çok dinlediğini her zaman dile getirirdi. Kazım Koyuncu çocukluk günlerini anlatırken "Kitap okuyan babamdan kaynaklı olarak diğer çocuklardan farklı oldum" diyerek babasının kendisine nasıl yansıdığının altını çizer.
Babası Cavit Koyuncu Hopa'da bakkallık ve berberlik yaparak ailesinin geçimini sağlamaktadır. Aydın bir insan olan babasının dükkanı 1960'lı yıllarda öğrencilerin kitap-gazete okuma yeri haline gelmiştir.
Kâzım Koyuncu dört erkek ve bir kız olmak üzere beş kardeşi vardı.
Kazım Koyuncu on yaşlarında iken babası, 12 Eylül Darbesi'nde Erzurum'da 6 ay hapis yatmıştır.
Babasının aldığı mandolin ve amcasının Almanya'dan getirdiği gitar sayesinde Kâzım Koyuncu küçük yaşlarda müzik ile tanışır.
1989 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne girer. 1993 yılında okulu bırakır ve müzik yapmaya karar verir. Bu dönemi Kâzım Koyuncu "Zor dönemler, o okulu bitirip kaymakam falan olacaksın ya da kendi istediğin işi yapacaksın. Ama hep soru işaretleri olacak, sonu nereye varacak? Bu tercihlerden soru işaretli olanını tercih ettim" diyerek anlatır.
1990 yılında Çağdaş Sanat Atölyesi’nin etkinliklerinde yer almış Çağdaş Oyuncular'ın sahneye koyduğu "Faşizmin Korku ve Sefaleti" adlı oyunun müziklerini yapar.
Amatör rock müzik yapmaya başlar. 1990'lı yılların başında arkadaşları ile çeşitli yerlerde küçük çaplı konserler verir. 1994 yılında Laz müziğini rock müziği ile birleştirerek kendi tarzını yaratır.
ZUĞAŞİ BEREPE (LAZCA: DENİZİN ÇOCUKLARI) :
1993 yılında Mehmedali Barış Beşli’nin Lazca sözlü ve politik içerikli müzik yapma fikri üzerine M. B. Beşli, Kazım Koyuncu tarafından “ŞK’U” (biz) adıyla kuruldu, daha sonra grup Zuğaşi Berepe ( Lazca: Denizin Çocukları ) adını aldı.
İlk albümleri “Va Mişk’unan” (Bilmiyoruz) 1995 yılında Anadolu Müzik etiketiyle yayınlandı. Albümde sert rock tınılarına, bir Karadeniz müzik enstrümanı olan tulum da eşlik eder. Albümde sol-politik mesajlar da gözardı edilmemiş, “Ernesto”, “Oxoşk’va do Oropa Şeni” (Özgürlük ve Aşk İçin) adlı Lazca şarkıların yanısıra “Ben” adlı Türkçe parçada anarşizan sözler kullanılmaktadır. Aynı albümde “Avlask’ani Cuneli’ (Avlun Güneşlidir), “Golas Empula Yulun” (Yaylada Bulut Geziyor) gibi otantik Laz şarkıları da seslendirilmiştir.
1998 yılında gruba, Cafer İşleyen (bass gitar,perküsyon ve flüt), Gürsoy Tanç (elektronik gitar), Zülkifil Murat Dilek (davul), Uğurcan Sezen (keyboard) katılmıştır. Tulumda ise ilk albümde olduğu gibi bu enstrümanın sayılı ustalarından Mahmut Turan vardır. Sınırlı sayıda basılan ve konser kayıtlarından oluşan “Bruxel-Live” CD’sinden sonra “İgzas” (Yürüyor) adlı albümü çıkaran grup albümde sert rock müzik yerine, daha yumuşak ve teknik altyapılı bir müziği tercih eder. “Ka Tun Mita Xendasoç” (Dilerim Kız Sen Yaşamayasın) adlı Hemşince bir şarkıda albümde yer alır. Bu albümden sonra grup dağılır.
2000'li yılların başında Kâzım Koyuncu askere gider. Askerden geldikten sonra ilk solo albümünün çalışmalarına başlar. 2001 yılında, “Viya” adlı ilk solo albümünü yayınlar. Albüm pek ses getirmedi.
2002 yılında Gökhan Birben ile birlikte Gülbeyaz adlı televizyon dizisinin müziklerini yapar. Aynı zamanda dizinin bazı bölümlerinde oynamıştır. Dizi müzikleri büyük ilgi görür. Kâzım Koyuncu, Türkiye çapında tanınmaya başlar. Konserleri büyük kitlelerce izlenir. 2003 yılında ikinci solo albümünün kayıtlarına başlar. 2004 yılında Hayde adlı ikinci albümünü çıkarır. İkinci albüm ilkine göre büyük bir satış rakamına ulaşan albüm en çok satan albümlerinden birisi olur.
2004 yılında ailesi ve sevenlerini üzen kanser hastalığına yakalandığını öğrenir. Doktorlar kendisini çok fazla yormamasını söylese de Kâzım Koyuncu konserler vermeye devam eder. 2005 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi'nde verdiği son konserden sonra aynı yıl 25 Haziran tarihinde hayatını kaybeder.
AYDIN BİR BABANIN MÜCADELECİ OĞLU
Konserime sadece bilet alarak giremezsiniz. Herkes gelirken yanında bir kitap getirsin. Kapıda durup tek tek kontrol edeceğim.
''Çok kitap okumaya çalışıyordum ama az kitap vardı. O yüzden ansiklopedi okuyordum. Çünkü kırtasiyeye birkaç kitap geliyordu, onları zaten ediniyordum. Ama ne bulursam okuyordum. Üniversiteyi kazanmam başkalarına göre enteresandı çünkü okulu takdirle bitiren çocuk değildim.''
Karadeniz’in hırçın dalgaları gibi mücadelecidir. Ve her Karadeniz çocuğu gibi Trabzon sporludur. “Trabzonspor’u tutmak sadece o yörenin çocuğu olmakla açıklanabilecek milliyetçi bir davranış değildir. Benim için Trabzonspor, en güçlülere karşı koyan ve herkesi yenen hayali kahramandı. Öyle bir kahramandı ki statükoyu bile devirmişti.” Sözleri ile anlatır.
"HAYATI İLERİ GÖTÜREN ŞEY HAYALLERİMİZ, HAYALLERİMİZİ GERÇEKLEŞTİREN ŞEYLER DE CESARETİMİZ..."
Kazım Koyuncu bir röportajında : “Ben bir müzisyenim, ondan sonra biraz Karadenizliyim, ama hepsinin ötesinde ben bir devrimciyim. Ve gerçekten doğru bildiğim bir şeyi en azından çok zorlanırsam ortaya koymaktan çekinmem” “ ''Ne tarz müzik yapıyorsanız yapın, siz eğer hayata muhalif bir noktadan bakıyorsanız -bana göre de bakmak gerekir- her zaman yapacak bin tane eylem söz konusudur.'' diye kendisini anlatır.
"Dünyayı görebilen bir insan" olduğunu düşündüğü andan itibaren en değerli şeyin emek olduğuna karar verir. Ancak emek değerli midir? “ On iki yıldır müzik yapıyorum. 1992'den beri İstanbul'dayım ve profesyonel olarak sürünüyorum.” Sözleri ile emeğin çalışmanın her zaman para etmediğini anlatır.
SEVGİ; BİN KİLOMETRE ÖTEDE BİLE OLSA GELİR DOKUNUR BİZE!..
Müziği sadece para kazanmak için yapmaz müzik onun için tutkudur.
“Yüz sene daha yaşasam, yapsam, yapsam, yapsam hep yapsam yine eksik gideceğiz. Ne kadar eksik gidersek hayatta yapacak o kadar çok şey bırakırız…
"Esas güç o bildiğimiz yöntemlerle elde edilmeyen güç. Şu televizyonlarla promosyon faaliyetleriyle, makyajlarla kazanılan değil. Bu bir güç değil. Bu bir rüzgardır, hiçbir şey olmaz ondan, esas güç, adım atmaktadır, yürümektedir. Hayatta izlerinizi sağlam bırakmaktadır. Şu anda yaşadığımız şey bir güçtür. Çünkü gerçekten bir sevgi var." ,”
“Siyasetler, devrimler bir gün bitebilir ancak türküler, şarkılar yüzlerce yıl kalır.”
Bize kalan şarkıları türküleri gibi.
ÇERNOBİL NÜKLEER FELAKETİ:
26 Nisan 1986'da, o dönem Sovyetler Birliği'ne bağlı olan Ukrayna'nın başkenti Kiev'in 130 kilometre kuzeyindeki Çernobil kenti, insanlık tarihinin en korkunç çevre felaketlerinden birine sahne oldu.
Pripyat şehri yakınlarındaki Çernobil Nükleer Santrali'nin dördüncü reaktöründe yaşanan patlama sonucu çevreye, 1945'te Hiroşima'ya atılan atom bombasının 50 katına eşit miktarda radyasyon yayıldı.
Patlamanın ardından radyoaktif madde yüklü bulutlar Türkiye dahil birçok ülkeyi etkiledi.
Çernobil nükleer faciası bazı bağımsız araştırmalara göre yaklaşık 200 bin kişinin doğrudan ya da dolaylı olarak ölümüne sebep olmuştur.
Facianın etkileri nedeniyle yüz binlerce çocuk sakat dünyaya geldi, kanser vakalarının arttığı iddia edildi. Kazanın olumsuz etkilerinin nesiller boyunca sürmesi beklenmektedir.
ÇEVREYE DUYARLI BİR İNSAN
“Güzel olduğuna inandığım şeyleri yaptım.
Piyasanın istediği şeyleri yapmak beni mutlu etmeyecekti..."
Bir şey ürettim ben, üç beş kişilik şey değil, sevgi denen şey herhalde”
Bütün dünyanın, bütün toprakları hepimizindir.
Bütün şarkılar, dünyadaki tüm insanlarındır.
Tüm topraklar da memleketimizdir." Sözleri ile topluma sevgi mesajları vermiştir. Çevre sorunlarına hep duyarlı olmuş ve Karadeniz Sahil Yolu inşaatına karşı Rize ilinin Fındıklı ilçesinde düzenlenen eylemlere destekte bulunmuştur.
ÇOK FİYAKALI BİR HASTALIĞA YAKALANDIM BABA...
Çernobil nükleer felaketinden en çok etkilenen bölgelerden birisi Karadeniz bölgesidir. Çernobil faciası (1986) sonrası çaydaki radyasyonun tehlikeli olmadığını kanıtlamak için dönemin Sanayi ve Ticaret bakanı kameralar önünde çay içerek poz verir.
Bu konuda “O çayı içen biri geri zekâlıdır. Ben kendi zekâmla ve felsefemle ölümü, hayatı uzatabilirim, kısaltabilirim, her şeyi yapabilirim. Peki benim köyümdekiler, anasının kuzusu çocuklar, 16 yaşındaki kız o neyi düşünsün, hangi felsefeyi düşünsün? Onun annesi hangi felsefeyle acısını yumuşatsın? Sen kimsin, o acıları onlara tattırabiliyorsun? Bu ülkenin politikacılara, yalancılara ihtiyacı yok. Kendi onuruna sahip çıkmış, kendi kişiliğine sahip çıkmış haline ihtiyacı var.” şeklinde açıklama yapar.
Kanser olduğunu öğrendikten sonra “Birkaç aylık ömrün var. Soruyorsun kendine, Ne götürmek istiyorsun? Para yok işine yaramaz. Can kalıyor elinde, can nedir, uyur, gözünü kapatır gidersin. İyi ki mülkiyetten bu kadar uzakmışım. Şimdi gitmemem için, asla ölmeyi düşünmemem için bir sebep var. Acayip bir sevgi var.
Kanseri, kanser olmayanlar anlayamaz. Kanser de oldum artık. Duyarlı bir sanatçı olarak onları da hissediyorum. Ben kanserden çok korkan bir insandım. Kanserim ve korkmuyorum. Sadece beni sevenleri ve özgürlüğümü düşünüyorum. Ölüm küçük bir şey, ama hastalık özgürlüğünüzü sınırlıyor.” Şeklinde anlatır hastalığını.
BENİ RADYASYON DEĞİL, TÜRKİYE'DE Kİ SİSTEM KANSER ETTİ!
2004 senesinin sonlarında 33 yaşındayken akciğer kanseri teşhisiyle tedavi görmeye başlar. Akciğerindeki kanser daha sonra testislerine yayılır. 25 Haziran 2005'te tedavi gördüğü hastanede genç yaşta yaşamını yitirir.
Çernobil nükleer faciası bir çok insanın ölümüne sebep olduğu gibi genç yaşta çok sevilen müzisyenin ölümüne sebep olarak sevenlerini yasa boğar.
26 Haziran 2005' tarihinde Harbiye Açık Hava Tiyatrosu'nda düzenlenen tören sonrası on binler tarafından Hopa'ya uğurlanan Kazım Koyuncu, 27 Haziran 2005'te, doğduğu köy olan Pançol'da fındık ağaçlarının çevrelediği köy mezarlığında ebedi istirahatgahında dinlenmektedir.
2014 yılında çekilen 'Yağmur: Kıyamet Çiçeği' isimli filimde Kazım Koyuncu'nun hayatı ve bölge insanlarının yaşamı anlatılır.
ŞAİR ÇEKETLİ ÇOCUK ,
Şiir yazmaz ama onu sevenleri “şair ceketli çocuk” olarak adlandırır. Veda etmeden söyledikleri de çok anlamlıdır.
TEŞEKKÜRLER DÜNYA
Hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne,
günün karanlık saatlerine,
ara sıra kopsa da fırtınalara,
bir gün boğulacağımız denizlere,
neler olacağını bilmesek de geleceğe,
kötülüklerle dolu olsa bile tarihe,
tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara,
Don Kişot’lara, ateş hırsızlarına, Ernesto Che Guevara’ya,
yollara, yolculuklara, sevgililere, sevişmelere,
sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara,
her şeyden sıcak annelere, babalara
ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz.
Kötü şeyler gördük: Savaşlar, katliamlar, ölen öldürülen çocuklar gördük.
Kendi dilini kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar ve topluluklar gördük.
Yanan kentler, köyler, ormanlar, hayvanlar gördük.
Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar,
her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük, biz de öldük.
Ama her şeye rağmen bu dünyada şarkılar söyleyebildik.
Teşekkürler Dünya “ demiştin.
BİZDEN DE TEŞEKKÜRLER
Teşekkürler Şair Ceketli çocuk.
Teşekkürler Karadeniz’in Asi çocuğu.
Teşekkürler Denizlerin çocuklarının türküsünü dağlarla birleştiren, şarkılarını bizlere ulaştıran güzel insan.
Sen şarkılarla geçtin bu dünyadan. Biz de seni şarkılarla anıyoruz.
Teşekkürler Kazım Koyuncu. Fındık ağaçlarının serin gölgesinde Karadeniz’in hırçın dalgalarının seslerinde uyu. Yıldızlar yoldaşın olsun..
Unutulmadın…