Semihat KARADAĞLI

Semihat KARADAĞLI

Yazar
Yazarın Tüm Yazıları >

BİR KALBE YASLANMAK

A+A-

Son günlerde televizyonda sözlerini her duyduğumda beni rahatsız eden bir reklam var: Bir pırlanta reklamı. Pırlantanın bir sevgi gösterisi olduğunu bunu her kadının hak ettiğini söyleyen bir reklam. Yani kendisine pırlanta alınmayan kadınlar bunu hak etmiyor mu? Sevdikleri insanın gözünde değerli değil mi, diye düşündüren bir reklam.

 

Sevgi acaba pırlanta hediye etmek miydi? Şimdi bu reklamı izleyen ama eşinin kendisine pırlanta almamasından mutsuz olacak çok kadın çıkacaktır biliyorum. Ülkemizde ve dünyanın çeşitli ülkelerinde kadına şiddetin kadın cinayetlerinin arttığı kadının adeta yok sayıldığı toplumlarda bir güne sığdırılan sevgi gösterilerinin yapıldığı göstermelik sevgililer günü…

 

Diğer taraftan özellikle bazı mesleklerde adeta yoksulluk seviyesinde yaşam sürmeye çalışan günlük ihtiyaçlarını karşılayamayan, aylık kazancı borçlarını bile ödemeye yetmeyen aileler... Şimdi her gün televizyonda sosyal medyada eşine sevgilisine aldığı hediyeyi başkalarının gözüne sokan insanların yanında eşi sevgilisi tarafından pırlanta hediye edilmediği veya hiç hediye alınmadığı için kendisini özel hissetmediğini düşünün.

 

Sevgi satılan bir şey mi?

 

Yani bir pakete bir kutuya sığar mı?

 

Sahi sevgi neydi?

 

Sevgi iyi günde kötü günde beraber olmak. Ellerinden değil yüreğinden kucaklamaktı sevdiğini. Sevdiğin insanın kirpiğinin gölgesinde dinlenmekti.

 

Şimdi artık sevgiler hem gösterişli kutulara girdi hem de adeta gösterişli ama kokmayan plastik çiçekler gibi sadece gösterişte kalıyor. Birbirlerini ömür boyu sevme sözü verenler şaşalı şatafatlı düğünlerle evlenenler daha birkaç ay geçmeden mal mülk hırsına kapılıp kavga döğüş boşanma davalarına girişiyor.

 

Birbirlerine aşkım canım diyenler en ağır hakaretleri savuruyor.

 

Eskiden aşklar kağıtla kalemin birbirine sarılması gibi bir ömür boyu sürerken. Şimdi kopyala yapıştırma aşklar bir günde başlayıp bir gecede bitiyor.

 

Artık sevgilinin kaşı gözü değil sevilen. Kimse sevgi için sevdiği için emek vermiyor. Sevgi yürekten tene inmiş durumda.

 

Bir yürekte bir aşk bitmeden yenisi çoğalıyor. Yüreklerde şehir trafiği gibi birbiri ile çarpışan aşklar çoğalıyor.

 

Her izlediğimde beni etkileyen Cengiz Aytmatov’un romanından sinemaya uyarlanan “Selvi Boylum Al Yazmalım” filmi gelir aklıma. Asya’nın yıllar sonra kendisini terk eden İlyas’la karşılaşmasında kendi iç sesi ile konuşması.

 

Sevgi neydi? diye sorar kendisine Asya

 

Sevgi neydi?

 

Sevgi iyilikti, dostluktu, sevgi emekti…

 

Asya âşık olduğu sevdiği ama kendisini terk edip giden İlyas’ı değil kendisini zor günde yalnız bırakmayan onu sahiplenen Çemşit’i seçecekti.

 

**

 

Sabahattin Ali’nin “Değirmen” isimli hikayesini okuyanınız vardır.

 

Öykü şöyle başlar

 

“Sen aşkın ne olduğunu bilir misin adaşım, sen hiç sevdin mi? Çoook desene! Sevgilin güzel miydi bari? Belki de seni seviyordu… Ve onu herhalde çok kucakladın… Geceleri buluşur ve öperdin değil mi? Bir kadını öpmek hoş şeydir? Yahut sevgilin seni sevmiyordu… O zaman ne yaptın? Geceleri ağladın mı?.. Ona sararmış yüzünü göstermek için geçeceği yolda bekledin, ona uzun ve acındırıcı mektuplar yazdın değil mi?..

 

Fakat herhalde ikinci bir aşka atlamak, senin için o kadar güç olmamıştır. İnsan evvela kendi kendisinden utanır gibi olur ama, bilir misin, bizim en büyük maharetimiz nefsimizden beraat kararı almaktır. Vicdan azabı dedikleri şey, ancak bir hafta sürer. Ondan sonra en aşağılık katil bile yaptığı iş için kafi mazeretler tedarik etmiştir.

 

Ha, sonra bir üçüncü, bir dördüncüyü sevdin ve bu böyle gidiyor.

 

Peki ama, bu sevmek midir be adaşım, bir kadını öpmek, onu istemek sevmek midir?..”

 

Hüzünlü bir öyküdür. Bir çingenenin aşkını anlatan öyküde aşkı ve sevgiyi okurken içini hüzünlü bir ürperti kaplar.

 

“Sen sevgiline ne verebilirsin sanki? Kalbini mi? Pekâlâ, ikincisine? Gene mi o? Üçüncü ve dördüncüye de mi o?.. Atma be adaşım, kaç tane kalbin var senin?.. Hem biliyor musun, bu aptalca bir laftır. Kalbin olduğu yerde duruyor ve sen onu filana veya falana veriyorsun… Göğsünü yararak o eti oradan çıkarır ve sevgilinin önüne atarsan o zaman kalbini vermiş olursun…

 

Siz sevemezsiniz adaşım, siz şehirde yaşayanlar ve köyde yaşayanlar; siz, birisine itaat eden ve birisine emredenler; siz, birisinden korkan ve birisini tehdit edenler… Siz sevemezsiniz.

 

Sevmeyi yalnız bizler biliriz… Bizler: Batı rüzgârı kadar serbest dolaşan ve kendimizden başka Allah tanımayan biz Çingeneler.” Sevdiği kızın sevgisini kazanmak için yapılan fedakârlık sevginin büyüklüğünü göstermektedir.

 

*

 

Sevgiler sadece romanlarda öykülerde mi yaşanıyor? Sahi gerçek sevgiler halen var mı? Yoksa sadece gösterişli sözlerle içi boş sevgiler mi yaşanıyor?

 

14 Şubat babamın sonsuzluğa gidiş günü. Benim için sevdiğim iki insanın sonsuzlukla kavuşma günü.

 

Annemle babamın birbirine olan sevgisi.

 

Babam ilk gördüğünde 17 yaşında Boşnak kızının mavi gözlerine, güzel yüzüne vurulmuş. Birlikte üstlenmişler hayatın zorluklarını. On çocukları olmuş. Ama hepsini okutmak için emek vermişler. Bir ömür boyu sırtlarını birbirlerinin yüreklerine dayamışlar.

 

Güzellikleri gelip geçmiş mi? Onlar birbirlerinin yüreklerinde dayanışmada yaşamışlar sevgiyi. Seni seviyorum demeden birbirlerinin gözlerinde bir tebessümünde mutlu olmuşlar.

 

Babamın eve gelme saatinde of bugün yoruldum diyen babama ocağa veya soba üzerinde demlenen evin içine mis gibi sokaktan kokusu duyulan çayla eve hoş geldin deyip, sımsıcak bir bardak çayda seni seviyorumu sunmuşlar. Dayanışma içinde iyi günde kötü günde birbirlerinin yüreğinde çoğalmışlar. Sevdiği yemeği yapıp o yemeği yerken beraber mutlu olmuşlar. Hoşuna gidecek bir kıyafeti alması için tüm harcamalar içinden para arttırıp al bunu kendine harca demesinde mutlu olmuşlar.

 

Bir ömür hayatı paylaşmışlar. 14 Şubat’ta buluştukları aynı mezarda birlikte sonsuzlukta uyuyorlar….

 

*

 

Sevgi neydi peki?

 

Birlikte yarınlara dair hayal kurmak o hayali birlikte yaratmaktı sevgi.

 

Ektiğin ağacın büyümesini, meyveye durmasını, çiçeğin çiçek açmasını görmek bundan birlikte mutlu olmaktı.

 

Hastayım dediğinde aman sen iyileş başka hiçbir şey önemli değil diyebilmekti.

 

Sevgi fedakarlıktı bir ömür yürekte taşımaktı sevdiğini.

 

Yani ne cafcaflı parlatılmış içi boş sözler ne de içine konulan parlak taşın olduğu içinde sevgi olmayan bir kutu değildi.

 

*

 

Şöyle yazmıştım bir gün sevgiyi

 

Yüreğime sordum bugün.

 

Sevgi nedir diye?

 

Dedi ki;

 

Yüreğinle sarıyorsan, her zaman,

 

Her yerde koruyorsan sebepsiz,

 

Hiç karşılık beklemeden yüreğini seriyorsan üzerine,

 

Sevinciyle yüreğin sevinçle doluyorsa,

 

Zorluklarda hiç yılmadan mücadele edebiliyorsan,

 

Bir gülümsemeyle sımsıcak ısınıyorsa için,

 

Aynı yağmurda ıslanmaktan keyif alıyorsan,

 

Bir dilim ekmeği tek başına yemeden bölüşüp paylaşıyorsan,

 

Aynı bardaktan su içebiliyorsan,

 

Güvenip yüreğini açıyorsan hiç korkmadan,

 

Elele yürüyorsan zorlukların üstüne bir ömür boyu

 

Gerçek sevgi işte budur.

 

Sevgi emekle güzelleşir. Aşk ise sevgi hamurunda yoğrularak pişerek olgunlaşır tatlanır ve kalıcı olur.

 

Sevgiyi bir güne veya bir kutuya sığdırmadan bir ömür yüreğinde taşıyanlara, sırtını bir birlerin kalbine dayayanlara selam olsun.

 

Semihat Karadağlı/ 09.02.2021/ Ankara/ İzmir uçak yolculuğunda

 

 

Bu yazı toplam 182 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.