ACIYI ŞİİRLE ÖPEN ŞAİR
ACIYI ŞİİRLE ÖPEN ŞAİR
Didem Madak
( 8 Nisan 1970, İzmir- 24 Temmuz 2011, İstanbul)
“Şiirlerin içinden çıkıp gelen kadınlar vardır;
Öpse şiir, saçını dağıtsa mısra, gülse kıt’a olur.
Ellerinden evvel ruhları dokunur aşka.”
İşte hayatını şiirle ören, şiirlerin içinden çıkıp gelen şair Didem Madak’ı saygıyla anıyoruz.
*
Didem Madak, 8 Nisan 1970 yılında Füsun ve Yusuf’un kızı olarak İzmir’de dünyaya geldi.
“Annem çok sevmelerin kadınıydı. Daldaki kirazları, yazmasındaki oyaları, fistanındaki çiçekleri, asmadaki üzümleri, evin kedisini, sokağın delisini, babamın gömleğini, beni, bizi, mahalleyi.. Bildiğim her şeyi severdi. Bana da sevmeyi öğretti. Öyle az buz değil, ‘çok sev’ derdi. Annem gibiyim artık. Az sevme bilmiyorum ben. Çok sevdiğimdendir bu kadar incinmem…!”
*
Anne ve babası öğretmen olduğu için çocukluğunun büyük bir kısmını Amasya ve Burdur'da geçirdi. Kendisi altı yaşındayken, kardeşi Işıl dünyaya geldi.
Kardeşine yazdığı şiirde şöyle seslenir Didem Madak:
ışıl. uzun siyah saçlı kız
bu rutubetli mektup selamlarla doludur
hüznümü assam kururdu ütü masasına
ama çoraplarım kurumayacak sabaha
hem bilirsin,
yağmur kadar İzmirliyimdir.
plastik gardırobumun karnı deşilmiş.
sanki kanat çırpmaya hazır bir martı.
işe yine geç kalacağım.
kızarsa, müdüre bir parça gevrek atarım.
İzmir’de simite gevrek derler,
gevrek apayrı bir şeydir bizim burda.
böyle mavi,
*
Kız kardeşi ile birlikte büyür birlikte eğlenir oynarlar
Eski tül perdelerden gelinlik biçerdik
Kardeşimle kendimize durmadan,
Olmayan çayları,
Olmayan fincanlardan içerdik.
Olmayan kapıları açardık,
Olmayan ziller çaldığında.
Siyah papyonlu olurdu mutlaka
Resim defterimizdeki damat.
*
12 Eylül olayları sırasında babası Uşak'a sürülünce kardeşi ve annesiyle birlikte Burdur'da kalarak sıkıntılı bir hayat geçirmeye başlar.
Didem 13, Işıl 7 yaşındayken, henüz 38 yaşında olan annesi Füsun’u 1983 yılında beyin kanseri sebebiyle kaybeder. Bu kayıp, Didem Madak'ın şiirlerine tesir edecek olan ilk büyük travmaya yol açar.
Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım
Bilmiyorsunuz. Darmadağın gövdemi
Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum.”
*
“Yıllardır kendini bulutlarda saklayan illegal bir yağmurum.
Bir yağsam pahalıya malolacağım.”
*
“Ben bir bodrum kat kızıyım bayım
Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum
Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum
Fakat korkuyorum. Birazdan da
Kırküç numara ayakkabılarınızla
Bahçede oynayan çocukların üstüne basacaksınız
Bu iyi olmaz bayım!”
*
Annesinin ölümü şiirlerine de yansır.
“Ondört yaşındaydı ruhum bayım
Bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı.”
*
Yalnızlığı da şiirlerine satır satır yansır
“Yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz?
Bir gül, bir güle derdi ki görse
Yalan söylüyorum
Güller bu sıra hiç konuşmuyor bayım.”
*
Babası Yusuf Bey, eşi öldükten bir süre sonra ikinci evliliğini yapar.
Madak ile babası ile arasına mesafeler girmesi ise şairin içindeki anne özlemini arttırmıştır. Şair bu özlemi her şiirinde dile getirse de özellikle şu dizeleri babasının evliliğinden çok etkilendiğini göstermektedir; Annesine yazdığı şiirde babasına olan sitemlerini de dile getirmiştir.
“Hatırlar mısın?
Mavi saçlı bir Tanrı gibi severdim Burdur gölünü
O göl şimdi içimde kocaman bir anne ölüsü
Vişne bahçeleriyle dolu,
Neşeli bir şehre benzerdi senin sesin.
Bazen ölmek istiyorum.
Beni yeniden doğurman için
İri, ekşi bir vişne tanesi gibi”
*
“Senin şarkıların aç kuşlara buğday saçardı.”
*
Babasına olan kırgınlığını şiirlerinde annesine anlatır şair. :
“Yaşasaydın, hayatının ortasına
Güller yığan bir adam olsun isterdim babam.
Sen bir çocuk romanı annesi ol isterdim.
Ölü mısır tarlaları hışırdıyordu
Ve kalbimde çıngıraklı yılan sürüleri
diye başlayan bir çocuk romanında...
Şalına sarınırdın, toprağa sarınır gibi
Erken öleceğini biliyordum bana bırakmak için,
bu acımasız ölü anne sesini.”
*
Annesinin erken yaşta ölümü ile kendisini yalnız bırakmasına kırgındır biraz da.
“NOT: Ölen her kadın için bir şiir yazdım.
Onları Muc'a evin karşılığında verdim
Çok ucuza.
Artık bütün üzgün oluşlarımın adı:
Anne.”
Üniversite sınavına girdiği ilk yıl Ege Üniversitesi Biyoloji Bölümünü kazanan Madak maddi sıkıntılardan dolayı çalışmak zorunda kalınca okulu bırakmıştır.
“Yüzüm Güvercinlere Emanet” şiirinde şöyle anlatır yaşadığı zorlukları ve yaşam mücadelesini.
“Gecenin vitrinine konulmuş
Büyük bir yakut parçasıydı sabah”
*
“Gözlerim ormanda kaybolmuş çocuk gözü renginde
Acemi ve pazartesi olurdu
Kara sürmeler çekerdim gözlerime
İzinliydim nasıl olsa dezavantajı bol şiirler yazmaya”
*
İnsanın içini ürperten ve yoksulluğu anlatan bu dizelerinde
“Tartıl be abla! derlerdi
Karınca gibi ince belli çocuklar”
*
“Tartın beni derdim
Tartardı çocuklardan biri
Binalar eğilir bakardı iç çekerek
Camları ışıldardı.
Küçük, nasırlı bir avuçtan
Avuçlarıma dökülürdü tüm şehir
Alır yüzüme sürer
Güvercinlere emanet ederdim yüzümü
Aç gagalarını ıslatırdı gözyaşlarım”
*
Tekrar sınava giren Madak, Dokuz Eylül üniversitesi Hukuk Fakültesini kazanır. Ancak babası ile olan ilişkisi bozulduğu için kaydını dondurmak zorunda kalır. On dokuz yaşında ilk evliliğini yaparak evi terk eder. Dört yıl evli kaldıktan sonra boşanır.
Şair yarıda bıraktığı hukuk fakültesine geri döndüğü zamanlarda eşinden yeni ayrılmıştır. O dönemde İzmir Bornova’da bodrum katta yaşamını sürdürürken bir dershanede sekreterlik yapan Madak bu dönemi anlatan şiirlerinde kendini bir bodrum kat kızı olarak tanımlar.
Hukuk eğitimini 2000 yılında tamamlar. Avukatlık stajı yaptığı dönemde tasavvufa yönelir ve şiir yazmaya başlar. Aynı zamanda baş örtüsü takmaya başlar. Bu dönemi anlatan şiirlerinde Madak “kadın kimliğinden sıyrıldım” sözleri ile kendi anlatır.
*
Madak bu dönemde , edebiyatçı Müjde Bilir ile sıkı bir dostluk ilişkisi kurar.
Kardeşi bir dergide gördüğü “İnkılap Şiir Ödülü” yarışmasına katılmasını önerir. Madak ise “ boş işler “ diyerek bu öneriyi ret eder. Kardeşi kendisinden habersiz yarışmaya başvurur. Didem Madak 2000 Şiir Ödülünü “Grapon Kâğıtları” ile alır.
Dünyayı bir salyangozun izlerinde dolaşsam,
Elimde parlak bir harita
Hiçbir atlasta henüz yer almamış.
Ardımsıra yollara hayalimin kırıklarını bıraksam
Yeter mi bu izler beni kendime getirmeye acaba?
*
Ödül törenine giderken Madak, kadın kimliği ile barışıp örtüsünü çıkarmıştır. Ödül töreninin öncesinde tanıştığı bir şairle buluşmalarında her ikisi de bir şiirle gelecek ve birbirlerine okuyacakları sözünü almıştır. Didem bu buluşmaya başörtüsü ile yaşadığı zamanları anlattığı “Siz Aşktan Ne Anlarsınız Bayım” şiiri ile gitmiştir.
*
“Siz Aştan N’anlarsınız bayım
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Alt katında uyumayı bir ranzanın
Üst katında çocukluğum...
Kağıttan gemiler yaptım kalbimden
Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.
Aşk diyorsunuz,
limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!”
“Allah’la samimi oldum geçen üç yıl boyunca
Havı dökülmüş yerlerine yüzümün
Büyük bir aşk yamadım
Hayır
Yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım
Gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı
Tesbih tanelerim bitse göz yaşlarım...
Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.
Aşk diyorsunuz ya
Ben istemenin allahını bilirim bayım”
*
Siz aşkı ne bilirsiniz bayım
Aşkı aşk bilir yalnız!
*
2002 yılında İstanbul'a taşınır ve ölene kadar burada yaşar.
İstanbul Eczacılar Odasının avukatlığını yapmaya başlayan Didem Madak, bir yandan da şiir çalışmalarına devam eder.
2002 yılında Ah’lar Ağacı isimli şiir kitabını yayınlar.
“Başrolde kadınlar.
Güçlü bir el silkeledi beni sonra
Sanırım Tanrı’nın eliydi.
Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan.
Binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi,
Çok şey görmüşüm gibi,
Ve çok şey geçmiş gibi başımdan,
Ah...dedim sonra
Ah!”
*
“Kaybolmak istemiştim bir zamanlar
Kapının arkasında yokum demiştim
Ve divanın altında da.
Bulamazsınız ki artık beni,
Hayatın ortasında.
Kaybolmak istemiştim bir zamanlar
Beni kimse bulamazdı
Tanrı’nın arkasına saklansam.
O Kocamandı, en kocamandı o.
Bir kız çocuğunun hayalleri kadar.”
Şiirlerinde hem hüzün vardır hep yalnızlık…
“Bir zamanlar kendimi
Bulunmaz Hint kumaşı sanmıştım.
Kaç metredir benim yokluğum?”
*
Annesi hüzünde de sevinçte de şiirlerine yansır.
“Annem çok sevinmelerin kadınıydı.
Bazen sevinince annem gibi,
Rengarenk reçeller dizerim kalbimin raflarına.”
*
“Ama yazgısını yaldızlı çokomel kağıtları gibi,
Tırnaklarıyla düzeltemiyor insan.”
*
Bir zamanlar meydan okumak isterdim.
Kaç meydanını okudum da bu hayatın.
Yalnızca iki harfini öğrendim:
A
H!
*
Güçlü bir el silkeledi beni sonra
Sanırım tanrının eliydi,
Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan,
Çok şey geçmiş gibi başımdan
Ah dedim sonra,
Ah!
İç ses, diye söylendim.
Gel!
Ahlar ağacından sen de biraz meyve topla.
Vasiyetimdir:
Bin ahımın hakkı toprağa kalsın...
*
Şairin Pulbiber Mahallesi isimli şiir kitabı 2007 yılında yayınlanır.
Öldüğünü kimseye söylemedim
Oysa inanmıştık aşkın bedelsiz kamulaştırdığı hayatımıza
Evimizin ortasından geçen baharat yoluna,
Tarçın koklar, salep olurduk
2006 yılında, ikinci evliliğini Timur Çelik ile yapar. Bu evlilikten 2008 yılında doğan kızına annesi Füsun’un ismini verir.
Anne olduktan sonra şiir yazmayı bırakan şair bir süre edebiyattan uzaklaşır.
Madak’ın 2009 yılında yazar Şükran Yücel’e gönderdiği e-postanın ekindeki metin aynen şöyledir:
“Canım Kızım
Sana mektup yazacağım. Çünkü artık başka bir şey yazamıyorum. Bu konuda pek de dertli değilim doğrusunu istersen. Sen bana belki bugüne kadar yazdığımdan başka türlü bir yazı yazmayı öğretirsin. Kendimi bir sonbahar ağacı gibi hissediyorum. Mutlu bir sonbahar ağacıyım ben. Yere düşen yapraklarımı eğilip topluyorum. Saçıma tutuyorum. Bakın yakışmış mı diye soruyorum. Sonra yaprakları havaya savuruyorum. Ben iki kişilik bir kabilenin me isimli kölesiyim. Çünkü sen acıktığında me diye ağlıyorsun ve bu ismimi seviyorum reis!
Canım kızım, cehaletimden şair oldum… Annesizlikten. Sen sakın şair olma!”
2010 yılında kolon kanserine yakalanan şair bir yılı aşkın süredir mücadele ettiği hastalığa yenik düşerek 24 Temmuz 2011 tarihinde aramızdan ayrılmıştır.
“Herkes çıkarsın kalbini
O çirkin mücevher sandığından
Ve herkes onu birbirine fırlatsın tanrım”
*
Müjde Bilir, Didem Madak’ı anlatan yazısında şöyle söyler.
Sombahar dergisinde yayımlanan şiirleriyle tanıdım onu. Ayla Abla'ya verdiği öğütleri, Mr. Parkinson'un yaşadığı depremi sevmiştim. İzmir'de yaşadığını öğrendim sonra. Bu gizemli şair hakkında başkaca bir şey bilinmiyordu. Bir dizi uğraşıdan sonra onu bulabildim. Telefondan tanıştık Didem'le. 1995 yılı sonbaharıydı. Konuşmanın başında ikimizde mahçupluk nedense. Ama ne olduysa iki cümle sonra kaynaşmış, dört cümlede buluşmaya karar vermiştik. Peki ama nasıl tanışacaktık birbirinizi cep telefonu internet gibi şeyler yoktu çünkü...
Buluşma yerine Belgin Doruk şapkası ile gelmeyi teklif etti önce... ya da boynumuza bir eşarp ucuşmalıydı. Eski bir Türk filmi içine dalmıştık sanki... epey gülüştük. Bir sürü ürettikten sonra, elimizde kımızı bir gül olmasına karar vermiştik. Kim daha önce gelirse Sevinç Pastanesi'nin önünde bekleyecekti. Bir cumartesi günü saat tam bir buçukta işte or'da ... Sevinç'in önünde bekliyordu beni. Elinde kırmızı bir gülle...
O gün bugün kardeşim oldu benim. Aramızda kimi zaman uzaklar girse de, bizi yakınlaştıran o ilk günkü bağ her zaman güçlüydü. 2010 yılı Kasım ayı sonunda öğrendim hastalandığını. Bu kötü haberi hayatında yer alan hiç kimseden saklamıştı. Zeynep ile birlikte (Zeynep Köylü) tedavisi süresince bütün gelişmeleri yakından izliyorduk. Hiç inanmadık öleceğine. İlaçlar onu öyle yoruyordu ki- daha da yorulmasın diye- yaşadığı süreci daha geniş bir şarj çevreye duyurmaktan özellikle kaçırdık. Bulduğum her fırsatta yanında alıyordum soluğu. Zeynep, hastaneye yatışlarında "has odabaşı" olarak ona refakat ediyordu. Her şeye rağmen bizi güldürmeyi nasıl da başarıyordu...
Onca tedaviye rağmen, kahredici bir ışık hızıyla ilerliyordu her şey. Hale Teyzesi, kuzeni Pınar ve Işıl... İzmir'den kuş olup uçmuştuk yanına... Ama kısa bir süre sonra, ağrı duymasın diye verilen ilaçlarla, derin uykulara dalmıştı. Ağrısı dindiği için uyumasına seviniyorduk bir yandan. Her an bir mucize olabilirdi diye ikna ediyorduk birbirimizi. Ölümünden bir gün önce Işıl, hastaneye kucağında bir defterle geldi. İçinde Didem'in el yazısıyla notlar bulunan bu defter, aslında bir ajandaydı. "Son yazdığı şiir" olarak, Işıl'a bir süre önce okuduğu şiir vardı içinde: 128 Dikişli Şiir.
Bu son şiiri bir kuytuda okuduk, son bir gece olacağını bilmeden... Işıl, Zeynep ve ben. Bir yokluğa yuvarlanır gibiydik... O gece Hale Teyze ile birlikte kaldık Didem'in yanında. Sabah olmak üzereydi... Hastanenin antetli kağıtlarına, fotokopi çeker gibi yazmaya başladım Didem'in emanetini. Kaybolmasından korkuyordum. Hem şiirin başına okşarsam, sanki Didem hiçbir yere gitmeyecekti...
On gün kadar önce, ne kadar umutluyduk oysa... Doktor randevusu vardı. Yeni bir tedavini düşünülüyordu ve o gün heyecanla bekliyorduk. O sabah, Timur'la birlikte gelmişlerdi hastaneye, kafeteryada buluştuk. Özenle giyinmişti, neşeliydi ve çok hoş görünüyordu. Üç numarası saçları, yüzünün bütün güzelliğini ortaya çıkarmıştı. Makyaj yapmış, epeydir uzak durduğu küpelerini, kolyesini takmıştı. İçiyle dışıyla, her şeyiyle hazırdı iyi bir haber duymaya. Elinden gelen her şeyi yapıyordu iyileşmek için. Doktorun odasına vardığımızda bir kızı olduğunu hatırlattı özenle. Doktor gülümsedi, gülümserken, başka yüzün arkasına gizlemeye çalışıyordu sanki... O başka yüz olmasa, dünyanın bütün sabahları neredeyse sular altında kalacaktı.
"Kaç şiir kaç kere sular altında kaldı"ysa... Bodrum katına, misafir olduğum, o rutubetli yalnızlığa dönebilseydik keşke. Onun 20'li yaşlarına... Buz kadar soğuk nemli bir odada
çay içmiştik bisküvi eşliğinde, şiir okumuştuk. "Yüzüm Güvercinlere Emanet" şiirini kumruların seslerini taklit ederek okumuştu: Guk- guk- guk! sesleriyle içimiz dışımız şiir olmuş, ısınmıştık.
Ve daha pek çok şeyle ısındık birlikte... pek çok şey yüzünden de içimiz titredi.
Yaşadığım bir acıyı paylaştım epey zaman önce. "Tüylerim diken diken oldu. Bana şiir yazdıracaksın" demişti. Syliva Plath'ın intihar eden oğlunu duyduğunda da böyle olmuş belli ki. Oturup şiir yazmış kardeşi Syliva'ya... Sonra Burcu'ya, Zeynep'e okumuş " Nicholas'ın Ölümü"nü. Ama daha sonra -duyduğuma göre- bir şeye çok kızmış...ve bir gece yarısı yırtıp çöpe atmış yazdığı bu şiiri. Öldüğü gün Zeynep aklında kalan tek dizeyi sayıklıyordu:
"Syliva uyan! Nicholas sütünü içmedi!"
Müjde Bilir ( Maviş Anne)
İzmir Ekim 2012
*
Şairin ölümünden önce yazdığı son şiiri
128 Dikişli Şiir
İlk defa bu kadar sağlam yazıyorum.
Haç şeklinde 128 dikişle.
Galiba ahbap artık sana ulaşacağım.
Yeteneğim geri geldi,
göreceksin artık kutsal dizeler yazacağım.
Hiç yapmadığım şeyler yapıyorum ahbap
Maç seyrediyor ve devamlı topa bakıyorum
Telepati yapıyorum.
Hey ahbap ben arada bir fikir buluyorum.
Kuşlar için küçük şemsiyeler yapabiliriz
Böylece yağmurda ıslanmazlar
Ve içimdeki ağır sözler için de şemsiyeler
Böylece paraşütle iner gibi hafiflerler
Şiirin içine girerken
Bana bazı şarkılar lazım ahbap
hafif şarkılar, acı olmayan şarkılar
çok şarkıya ihtiyacım var
Tutam tutam saçlarımı savuracak şarkılar
Saçlarımla ne yapacağını bilemeyenler
Bir gün onları kaybederler
Böyle bir şey yani ahbap
Çok acıyor. Saçlar zaman zaman
Bana neşeli şarkılar
B harfine notalardan sütyen yapan şarkılar
Bir mutfak cadısıyım şu sıralar
Çeşitli şeyleri çeşitli şeylere karıştırmak
Ve seni düşünmek, mırıldanmak
Bazı büyülü yemekler yapmak
Bazı şifalı yemekler yapmak
Ve kalmak istemek ahbap...
Füsunun yeşil ela gözleri var
Ve pembe plastik fincanı ile kahve getirişi var
Ve bana anne deyişi var
Benim pembe fincandan pembe kahve içişim var
Bu kahveleri seviyorum ahbap
İçimi pembe bulutlar kaplıyor
Şekerli ve tatlı bir biçimde havalanıyorum.
Sonra ağrılar, sonra hastaneler ve sonra doktorlar...
Şeker donup yapışıp kalıyor bir kağıda
Acı bazen öyle yoğun, çok yoğun
Patlak gözlü bir kurbağa
tarifsiz çirkin ve kel.
Edibin kurbağası yakup benimki seyfettin
Neden bilmem işte
Nereden çıktı şimdi seyfettin
Acı dindi diyorum bazen yağmur dindi der gibi
Öyle kendiliğinden ya da tanrı istediğinden
Yüzüklerim yok takmıyorum
kolyelerim yok istemiyorum
Öyle çok şimşek çaktı gece
Ben sonu Z harfi olarak düşündüm
Son harf olarak
Ben Zeni düşündüm ahbap.
Doğdum, doğurdum
Bir insan nasıl büyüyor gördüm
Hayatta kalmak için
Ve hayatta kalmanın yanında
İnandım şiir bir gevezelikti
Şimdi 128 harfli bir şiir var karnımda
Satırlar artık bomboş
Karnımda hissiz bir şiir var
İçimde durmadan bölünen şiirler
Birlikte yok olacağımız şiirler
Birlikte unutulacağımız şiirler
Hiç borcu olmamış şiirler
Ve bu yüzden çok acıyan şiirler
Acı aniden diner yağmurun dindiği gibi
Bazen sadece tanrı öyle istediğinden
Sadece bir mağarada resim çizerim belki
Rüyaların büyük harfle başladığı bir ülkede
Üstümden kaldırılmış bir ölü var
Ahbap senin istediğin o mu
*Genç yaşta aramızdan ayrılan Füsun’un kızı, Füsun’un annesi şiirlerin içinden çıkıp gelen değerli şair Didem Madak’a saygıyla….
Semihat Karadağlı
Kaynak:
1)- Grapon Kağıtları/Didem Madak
2)- Ah’lar Ağacı/Didem Madak
3)- Pulbiber Mahallesi/Didem Madak
4)- Kadı Burhaneddin’den Günümüze Hukukçu Şairler Antolojisi 4 Baskı 2020 /Veysel Gültaş Sahife:716-722
5)- Wikipedia
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.